İslam dünyasının Orta Çağ sonlarında yaşamış büyük düşünürü İbn Haldun’a atfedilir ‘coğrafya kaderdir’ sözü. Halbuki meşhur eseri Mukaddime’de bu tür bir ibareye rastlanmadığı söylenir. Ancak Mukaddime’nin genelini okuduğunuzda eserin bütününden böyle bir çıkarımda bulunmak ya da ana fikir çıkarmak mümkündür. Tarih boyunca pek çok bilim adamı, coğrafyanın ve dolayısıyla iklimin insan yaşamı ve tarihte belirleyiciliği olduğunu iddia eden coğrafi determinizmi savunmuştur.
Özellikle Sanayi Devrimi’ne kadar “coğrafya kaderdir’’ ibaresinde bir dereceye kadar doğruluk payı vardı. Hemen hemen bütün medeniyetler insan yaşamına uygun olan orta kuşakta başlamıştı. Çok sıcak ya da çok soğuk iklim şartlarının olduğu bölgelerde büyük medeniyetler gelişmemişti. Ancak Sanayi Devrimi ve daha sonrasında bunun getirdiği suni iklimlendirme imkânı iklim şartlarında modern şehirlerin kurulmasına imkân sağladı.
Dünya tarihinde pek çok ilk, uzun yıllardır hep kan ve gözyaşıyla anılan eski dünyanın merkezi Ortadoğu’da başladı. İlk tarım bu bölgede yapıldığı gibi ilk yerleşimler de bugün üzerinde, Irak’ın bulunduğu Mezopotamya’da kuruldu. Tarihte ilk şehirler, ilk para, ilk alfabe, ilk kanunlar, ilk destanlar ve ilk ticaret kolonileri gibi pek çok inovasyon da Ortadoğu’da yapıldı. Mezopotamya (Irak), Verimli Hilal (Suriye-Filistin), Nil Vadisi (Mısır) ile Anadolu (Türkiye) Antikite ve orta çağda dünyanın en önemli medeniyet merkeziydi. Semavi dinlerin bütün peygamberleri bu bölgeye gönderildi. Bölgenin, medeniyet merkezi olması yani kaderi, sık sık barbarlar tarafından yağmalanmasıyla sonuçlandı. Bu yağmaların en büyüğü ve bilineni 13’üncü yüzyıl ortalarındaki Moğol istilasıdır. Moğol istilası sonucu Batılıların deyimiyle orta çağda İslam Rönesans’ının merkezi Bağdat, Şam ve Halep ile Anadolu büyük bir yıkıma maruz kaldı.
ABD’nin 2003’te başlayan Irak işgalinin ardından Bağdat’ın nadir elyazmalarını içeren pek çok kütüphanesi yağmalandı. Yağmadan şans eseri kurtulan ve Abdülkadir Geylani’nin türbesinin bulunduğu külliyede yer alan Kadiriyye Kütüphanesi’nin müdürü; “Amerikalılar geldiğinde onlara fakir insanlar olduklarını ve ellerinde kendilerini korumak için iki kalaşnikoftan başka bir şey olmadığını söylediklerinde askerlerin çekip gittiğini ve günlerce bu çok değerli kitapları saklayıp korumak için gece gündüz kütüphanede beklediklerini” anlatır. Kütüphanede bulunan 85 bin civarındaki nadir eser arasında çok değerli müzehhep tarihi mushaflar mevcut. Bunlardan biri de Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan tarafından kütüphaneye hediye edilmiş.
2011’den beri büyük bir iç savaşın yaşandığı, ülkenin yarısının göç ettiği Suriye’de (Verimli Hilal) durum daha da vahim. Hepimizin Hz. Peygamber’in hayatından bildiği, Çağrı filmindeki sahneyle gözlerimizde canlanan, Rahip Bahira hadisesinin yaşandığı Suriye’nin güneyindeki küçük kent Busra’dan. Efendimizin bir ticaret kervanıyla daha çocukken geldiği Busra’da, Rahip Bahira tarafından peygamber olacağı anlaşılmıştı. Peygamberimizin devesinin ayak izinin korunduğu ve üzerine bir cami yapıldığı (Mebrekü’n-Naka) ve Rahib Bahira’nın kilisesinin bulunduğu, aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nun eyalet başkenti olan Busra, 1980 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girdi. Busra ayrıca 2’nci yüzyıldan kalma amfi tiyatrosu ve 13’üncü yüzyılda yapılmış Eyyubi Kalesi ile de meşhur bir şehir. Savaş öncesinde oldukça iyi korunmuş olan Busra, şu anda harabe hâline gelmiş durumda.
Yazımızın sonunda “coğrafya kader mi?”, “coğrafyanın kaderi mi?” sorusu gündeme geliyor. Bu bölge tarih boyunca büyük bir devletin hâkimiyeti altına girdiği müddetçe (Pax Romana, Pax Islamica, Pax Ottomana) huzur bulmuş, parçalandığı ve küçük devletler hâlinde birbiriyle mücadele ettiği dönemlerde ise bu tür dış saldırılara maruz kalarak yağmalanmıştır. Tıpkı Abbasilerin parçalanmasının ardından 13’üncü yüzyılda da Moğol istilasına uğraması, Osmanlıların 19’uncu yüzyılda zayıflamasının ardından tarihî ve kültürel eserlerinin yağmalanması gibi, bugün de mezhebî ve etnik sebeplerle birbiriyle mücadele eden Ortadoğu devletleri ABD ve Rusya gibi dış güçlerin işgaline uğramış ve terör örgütlerinin cirit attığı bir kaos ortamına sürüklendi. O zaman bu sorunun cevabını siz verin.
Coğrafya kader mi? Yoksa yaşadıklarımızda bizim de payımız var mı? Fatih UĞURLU