İsrail, kurulduğu tarihten günümüze kadar yaptığı eylemlerde adalete dayanmış insancıl hukukun hatta savaş hukukunun bütün sınırlarını aşmış ve soykırıma varan suçlar işlemiş, işlemeye devam etmektedir. Maalesef İsrail’in bu kıyımlarına karşı yeterli ölçüde tepki gösterilmemektedir. Birçok ülkede halklar çeşitli protestolar ve gösteriler yapmakla birlikte esas tepki göstermesi gereken bu faaliyetleri engellemesi gereken Birleşmiş Milletler Örgütü ve Dünya Devletleri gerekli reaksiyonu göstermemektedir. Aslında birtakım devletler çeşitli girişimlerde bulunsa da yeterli olmamaktadır. BM Örgütü’ndeki tepkisizliğin en büyük sebeplerinden biri de BM güvenlik konseyinin daimî beş üye devletin istisnasız veto yetkisidir.
Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık daimî üye sıfatına haiz devletlerdir. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün savaşların ve barışa yönelik tehditlerin tekrarını önlemek ve uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulmuş olmasıyla birlikte bu Devletlerin sahip olduğu veto yetkisi aslında bu amacın nasıl saptırıldığının göstergesidir.
Filistin’de yaşanan 7 Ekim olaylarıyla birlikte 75 yıldır süregelen katliamın başta can, mal, toprak ihlallerine karşı insani bir infial dünya çapında vuku bulmuştur. Bu insanlık dramının akıllara getirdiği kuruluşlardan biri de Uluslararası Ceza Mahkemesidir. Uluslararası Ceza Mahkemesi (kısaca UCM), kuruluş belgesi Roma Statüsü olan, 1 Temmuz 2002 tarihinde kurulmuş ve 11 Mart 2003 tarihinde çalışmaya başlamıştır. UCM Roma statüsünün Dibace kısmında mahkemenin amaç, yöntem, yetki ve sınırları ifade edilmiştir. Mahkemenin yargı yetkisi uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren en ciddi suçlar ile sınırlıdır: Soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları. Soykırım suçu ilk kez 1948’de kabul edilen ve 1951’de yürürlüğe giren “Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” ile ortaya konulmuştur. Sözleşmenin 2. maddesinde soykırım suçunu oluşturan eylemler sayılmıştır. Buna göre ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen; gruba mensup olanların öldürülmesi, grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek; grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak; gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek fiillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturmaktadır. Maddedeki önemli husus, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla” bu suçların işlenmesidir. 7 Ekim tarihinden önceki suçlar bir kenara bırakılsa dahi İsrail’in son iki yüz elli günde Gazze halkına yönelik kasten öldürme, maddi ve manevi işkence yapma, yaralama, sivil yerleşim yerlerini, hastaneleri, okulları ve mülteci kamplarını bombalama, temel yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakma gibi sistematik saldırıları, bu suçların tamamını işlediğini göstermektedir. İsrail’in eylemlerine bakıldığında mümkün olduğunca fazla Filistinliyi yok etmeyi, sağlık hizmetlerinden ve temel ihtiyaçlardan mahrum bırakarak veya salgın hastalıklar gibi sebeplerle öldürmeyi, olmuyorsa Gazze’den sürmeyi amaçladığını açıkça göstermektedir. Bunlar, uluslararası hukuk açısından tartışmasız bir şekilde soykırım ve etnik temizliktir.
İsrail, Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü’ne taraf değildir. İsrail Roma Statüsü’nü 2000’de imzalamış, ancak 2002’de statüye taraf olma kararından vazgeçtiğini iletmiştir. Bu nedenle UCM’nin yargılama yetkisini tanımamakta ve hakkındaki başvuruları dikkate almadığını belirtmektedir. Ancak İsrail’in işlediği suçlar, kendi topraklarında değil Filistin topraklarında gerçekleşmektedir. Filistin ise bu Statü’yü 2015’te onaylamış ve taraf olmuştur. UCM’nin yargı yetkisinin kabulü için “devlet” statüsü aranmaktadır. (Uluslararası Ceza Mahkemesi Usul Kuralları, m.44)
Filistin Devleti 2009’da UCM Savcılığına başvurarak mahkemenin yargı yetkisini kabul ettiğini beyan etmiştir. Filistin’in 2012’de BM nezdinde üye olmayan gözlemci devlet statüsü kazanması sonrası 2015’te UCM, 2014’ten geçerli olmak üzere, Filistin topraklarında yargı yetkisini teyit etmektedir. Bu sebeple İsrail yöneticilerinin ve askerlerinin bu suçlardan dolayı yargılanması ve cezalandırılması uluslararası hukukun bir gereğidir. Bu yargılama ve cezalandırılma insanlık; uluslararası hukuk, adalet ve barış için son derece önemlidir.
Ahmet Tayyip GÜNEY