21 şahısın olduğu oyun, üç perde ve sekiz tablodan oluşuyor. Birinci perdede Reis Bey’in kişiliğini çepeçevre öğreniyoruz. Ağır ceza mahkemesi hakimi, altmış yaşlarında, hiç evlenmemiş, bir insana bağlı olmadığı gibi bir nesneye veya mekana da bağlı olmayan, otel odalarında kalan, evrak çantası ile yaşayan bir adam. Görünene göre hüküm verileceğini savunan ve ruh, kalp, his gibi kavramlara yabancı, sert mizaçlı, demir gibi biridir. Yan odasında yatan hasta kızın iniltilerinden rahatsız olur. Biricik oğlu yok yere suçlanıp hüküm giyeceği için ağlayarak yardım isteyen yaşlı kadına ‘’gözyaşının suçu hafifletmeyeceğini’’ söyler. Otel katibi onun için ‘’makine adam… kanun makinesi…’’ demekte, etrafındaki insanlar acımasızlığı ve katı yürekliliğinden dolayı ondan çekinmektedir. İlk tablo böylece biter.
İkinci ve üçüncü tablolarda ise yürütülmekte olan bir davadayızdır. Annesini öldürmekle suçlanan genç bir adam bulunmaktadır. Bu adam aynı zamanda kumar bağımlısı, hayatının ilk dönemlerinde iyi yerlerde olsa da lotoyu tutturamayınca sefalete düşmüş bir kimsedir. Suçu kendinin işlemediğini söyler bu genç adam. Sonrasında ise ekler; ‘’Benim suçum anne katilliği değil… Bitirim yerlerine düşmüş olmak, benim suçum… En yüksekten en aşağıya düşmüş olmak..’’ Tercihlerinin ağırlığı altında ezilen bu genç fail, üzerine idam gömleği geçirildiği vakit, aklına gelen bir düşünceyi davanın yeniden gözden geçirilmesine olanak sağlaması ihtimali ile Reis Bey ve Savcı ile paylaşır. Bu gördüğü bir rüya ile hatırladığı birkaç olayın birleşiminden ortaya çıkmış bir düşüncedir. Reis Bey tarafından ‘‘Rüyadan, vehimden başka bir şey değil bu!’’ yanıtını alır ve kararda bir değişiklik olmaz. Bunun üzerine ise fail Reis Bey’e sadece ‘’Teşekkür ederim, Reis Bey! Mühürlü kalbinizin bir gün açılmasını dilerim.’’ der ve idam gerçekleşir. Buradan sonra, ikinci perde ile birlikte ise değişim başlamıştır. Yine otel odasındayız, yine Reis Bey sahneye biraz geç gelir fakat eski halinden eser kalmamıştır. Mesleğinden istifa etmiş, mahcup, mahzun bir adam vardır artık Reis Bey’in yerinde. O eski dik duruşu sert mizacı, dediğim dedik adam kaybolmuştur. Çünkü bir hata yapmıştır Reis Bey! Anne katilliği suçu ile astırdığı genç adamın masumluğu kanıtlanmıştır ve o bir canı yok yere öldürmüştür. Haksız olarak onu yeryüzünden Azad etme kararını imzalamıştır. Onu dinlememiş, anlattıklarını safsata yerine koymuş ve kararını gözden geçirmeye tenezzül dahi etmemiştir. Bu noktadan sonra Reis Bey insanlara her koşulda yardım eden, onlardan af dileyen ve onlara merhameti tavsiye eden bir insana dönüşür. ‘’Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz.’’ diyerek insanlara ağlamalarını öğüt verir. Sebepler çoktur; gündüz bitince gelen gece, gençlik bitince gelen ihtiyarlık, düzlüğün sonundaki uçurum, kavuşmanın berisindeki ayrılık. Aynı zamanda affetmemiz gerektiğini söyler. ‘’Herkesi bu hale birileri getirdi. Herkes birbirini affetsin!’’ der. Onun bu dönüşümünü sağlayan ise derin bir pişmanlıktır. Samimi bir acı ile kalbinin varlığını yeniden hatırlar. Altmışlarında bir ihtiyar olmasına rağmen durmaz, öğrendiği bu ona çok yeni olan sıcacık duyguyu insanlara hatırlatmayı kendine bir görev edinir.
Reis Bey insanlara yol göstermek amaçlı gösterdiği tüm bu çabayı ‘’bir merhamet yangını başlatmak’’ olarak ifade eder. Amacı budur. Kaynağı merhamet olan bir yangın. Bir çocuğun başını okşattıran merhamet, bir çiçeği koklattıran merhamet, hayvanlar için su kapları hazırlatan merhamet, küçüğüyle tatlı dille konuşturan, büyüğüne yardım ettiren merhamet. Kendimizi ve çevremizi, tüm bu acı içinde devam etmeye çabalayan insanları, hayvanları, bitkileri, tüm canlıları içten bir şekilde, hıçkırarak, ağlayarak anlamaya çalışma ve affetmek, herkesi affetmek, bize acı çektiren herkesi acı çektirdiğimiz herkesi ve en çok da kendimizi. Zeynep Nesibe ÇETİN