Bir şehri yalnızca haritalarda değil, kelimelerde de aramak gerek bazen. Sokakları zihinsel bir yürüyüşle dolaşmak, taşlarına sinmiş tarihi hissetmek, camilerinin gölgesinde sükûnet bulmak, bir köşe yazarının kaleminden dökülen cümlelerle mümkün olur. Akif Emre, tam da böyle bir yoldu insanın içini aydınlatan, kelimeleriyle şehirleri, fikirleri ve medeniyetleri yeniden inşa eden bir yolculuktu.
2 Mart 1957’de Kayseri’de, Latif Emre’nin işçi elleriyle büyüttüğü bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi Akif Emre. Doğu’nun yorgun ama dirençli şehirlerinden birinde başlayan hayatı, fikirle, kelimeyle ve dünya algısıyla yoğrulmuş uzun bir yürüyüşe dönüştü. Gençliğinin ilk yıllarında mühendislik eğitimi almak için İstanbul’un yolunu tuttu. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun olduğunda elinde teknik çizimlerden çok zihninde çağrılar, satır aralarında gizli hakikatler, gözleriyle görmediği coğrafyaların çığlığı vardı. Çünkü Akif Emre için dünya yalnızca görülenle sınırlı bir yer değildi. O, satır aralarına saklanan hikâyeleri, dilsiz haritaların konuşan yüzlerini aradı.
Yayıncılık serüveni Akabe Yayınları’nın İstanbul temsilciliğiyle başladı. Ardından İnsan Yayınları’nda üstlendiği yayın yönetmenliği, bir fikir mimarı olarak ne denli güçlü bir vizyona sahip olduğunu gösterdi. Yalnızca yayımladığı kitaplarla değil, yön verdiği yayıncılık anlayışıyla da sessiz bir devrim gerçekleştirdi.
Yeni Şafak gazetesinin kurucuları arasında yer alması, onun gazeteciliğe bakışını da gözler önüne serdi. Fikir temelli, değer odaklı ve insani bir habercilik anlayışının neye benzediğini gösterdi. Dünya Bülteni gibi çok dilli bir haber portalının Genel Yayın Yönetmeni olması ise, onun dünyayı yalnızca bir coğrafya değil, bir kültür ve medeniyetler manzumesi olarak gördüğünün ispatıydı.
Gazetecilikten televizyona, oradan belgesel yapımcılığına uzanan bir uğraş zinciri içinde, en çok da “hakikatin şahitliği”ni önemseyen bir kalemdi Akif Emre. Bosna Savaşı sırasında Aliya İzzetbegoviç ile röportaj yapan ilk gazeteci olması, yalnızca bir mesleki başarı değil, aynı zamanda bir vicdan örneğiydi. Balkanlar’dan Kudüs’e, Üsküp’ten Saraybosna’ya, Osmanlı şehirlerini anlatan belgeselleriyle kelimeleri görsele dönüştürdü. Mimar Sinan’ın mimarîsinde kaybolurken, izleyiciye de bu kayboluşun zarafetini tattırdı.
Son çalışması “Elveda Endülüs: Moriskolar”, yalnızca bir belgesel değil, bir vedanın izdüşümü, bir medeniyetin son nefeslerine tutulmuş kameralı bir ağıttı. Emre, tarihe yalnızca bakan değil, onu dert edinen bir anlatıcıydı.
Akif Emre’nin yazıları, okuyucusuna doğrudan bir çağrıydı. Onun kalemi öğretici değil, hatırlatıcıydı. “İzler”, “Göstergeler”, “Küreselliğin Fay Hattı”, “Çizgisiz Defter” ve “Müstağrip Aydınlar Yüzyılı” gibi eserlerinde, yalnızca siyasi ve toplumsal analizler yapmadı; aynı zamanda bir medeniyet tasavvurunun izini sürdü. Kimi zaman bir şehri, kimi zaman bir sözü, kimi zaman da bir anlamı yazdı. Onun kaleminde şehirler konuşur, geçmişin izleri bugüne düşerdi. “Aliya” ile bir önderi, “Mekânı Paranteze Almadan” ile bir fikri, “Portreler, Kitaplar ve Dergiler” ile bir hafızayı kayıt altına aldı. Yazdıkları yalnızca bugünün değil, geleceğin de arşiviydi.
23 Mayıs 2017 sabahı, Beşiktaş’taki ofisinde kalp krizi geçirdiğinde sessizce göçtü aramızdan. Ardında yüzlerce yazı, onlarca belgesel, binlerce düşünce bırakarak. Fatih Camii’nden uğurlandı, Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. Ancak onun vefası yalnız İstanbul’la sınırlı kalmadı. Saraybosna’da, Gazi Hüsrev Bey Camii’nde onun için gıyabi cenaze namazı kılındı. Çünkü onun kalemi, yalnızca bir milletin değil, bir ümmetin sesiydi.
Akif Emre, geride sessizliği dinlemeyi bilenler için çok şey bıraktı. Yazılarının arasında bir çağın sancılarını, bir medeniyetin kırık aynasını, bir coğrafyanın çekilen acılarını, bir ümmetin arayışını sakladı. Onun kelimeleri bir ideolojiye değil, bir idrake dayanıyordu. Çünkü o, fikir adamı olmanın ötesinde, ahlak sahibi bir kalemdi.
Bugün onun izinden yürüyenler, yalnızca yazdıklarını değil, yaşadıklarını da miras biliyor. Her yeni güne “Mekânı paranteze almadan” başlamayı, her sözü “Göstergeler”le anlamayı ve her duruşta “Aliya” gibi direnmeyi öğreniyoruz. Her satırıyla yeniden hatırlıyoruz: Bu dünya bir duraktır, önemli olan ardımızda hangi izleri bıraktığımızdır. Akif Emre, sözün iz bırakan yolcusuydu.
Fatma TECİRLİ