Sen gidiyorsun, tozlar içinde kayboluyorsun.
Ben sözümden çıkmadım, sen de sözünden çıkma.
Bu anlamlı ve derin sözler, “Heiran” filmine aittir. 2009 yapımı olan bu film, İran sinemasının önemli isimlerinden Asghar Farhadi’nin yapımcılığını üstlendiği bir drama eseridir. Filmin yönetmenliğini ise Sadaf Foroughi yapmıştır.
“Heiran”, toplumsal baskıları, bireysel özgürlükleri ve kimlik arayışını derinlemesine işleyen bir yapım olarak, insan ruhunun içsel çatışmalarını ve bu çatışmaların kişisel özgürlükle nasıl şekillendiğini anlatır.
Film; aşk, fedakârlık ve toplumsal baskılar arasında sıkışıp kalan genç bir kadının hikâyesini işlerken aynı zamanda izleyiciyi İran ve Afganistan arasındaki sosyopolitik meselelerin içine çeker. Shalizeh Arefpour, Heiran filminde sinematik anlatımıyla duyguları derinlemesine ve ustalıkla işler.
Mahi’nin gözlerindeki hüzün, Heiran’ın sessiz mücadeleleri, Tahran sokaklarının kasveti ve köy yaşamının yargılayıcı atmosferi, izleyiciyi hikâyenin derinliklerine çeker. Film, mülteciliğin, çaresizliğin ve aşkın kesişim noktasında bir insanlık dramını ele alır. Bu hikâye, yalnızca bir aşkı konu almakla kalmaz; savaşın, göçün ve yaşam mücadelesinin iç içe geçtiği, duygusal ve toplumsal katmanlarla örülü bir yapıyı gözler önüne serer.
Filmin merkezinde mültecilik, kimlik ve siyasi sorunlar yer alır. Sınırları aşan Heiran, bulunduğu her yerden uzaklaşmak zorunda kalan bir mültecidir. Mültecilik; beraberinde kimlik kaybını, yalnızlığı ve belirsizliği getirir. Bu duygu, filmin her sahnesinde hissedilir. İnsanlar evlerini, ailelerini ve geçmişlerini bırakıp başka bir yerde yaşamak zorunda kalırken, hayatlarının hâkimiyeti avuçlarından kayıp gider. Her bir arayışta ve adımda kaybolan belli şeyler vardır: umut, kimlik ve güven.
Heiran karakteri, tam bu noktada elinden kayıp giden kimliğiyle yüzleşir ve onu uzun bir yolculuğa çıkarır. Filmin merkezinde bulunan 17 yaşındaki Mahi, henüz çok genç ve idealist bir kızdır. Ailesine bağımlı ve hayallerle doludur. Ancak Afgan göçmeni Heiran ile tanışır ve tüm ideallerini bu uğurda harcar. Sadece arkadaşlık olarak başlayan ilişki zamanla bir aşka dönüşür. Ancak Mahi’nin ailesi, bu aşka şiddetle karşı çıkar. Heiran’ın göçmen kimliği, bu ilişkiye engel olmanın en önemli nedenidir. Tam bu noktada Heiran aşk duygusunda dahi toplumun ona dayattığı mültecilik kimliğiyle yüzleşir. Bu yüzleşme her ne kadar acı olsa da birbirini seven iki insanın kavuşmasına engel olamaz. Kendi ülkesinde bir aidiyet kuramayan Heiran, Mahi’nin kalbinde bir aidiyet kurmaya çalışır. Mahi’nin babası, “O bir yabancı, üstelik bizim ülkemizde yasal olmayan bir şekilde yaşıyor.” diyerek Heiran’ı küçümser ve tehlikeli bir seçim olarak görür.
Yönetmen, bu çatışma içinde izleyiciye şu soruyu sorar: “Bir insan, sadece doğduğu topraklardan dolayı neden aşağılanır?” Bu soru, Mahi ve Heiran’ın hikâyesinin en can alıcı noktalarından biridir ve filmin duygusal derinliğini artırır.
Mahi, toplumsal baskılara rağmen sevdiği adamın peşinden gider. Heiran’a duyduğu bağlılık ve aşk duygusu kendini ifade edemediği bir dünyada özgürlük arayışını temsil eder. Çünkü insan bir kalpte bir anlam bulunca kendini ifade etme gereği duyar ve bunun neticesinde tüm toplumsal baskılara bir direniş gösterir. Bu direniş bazen bir söze bazen de bir sessizliğe dönüşür. Sevdiği adam için her şeyi geride bırakan Mahi, aynı zamanda bir dönüşümün sembolü olur.
Bu dönüşüm, Mahi’nin çocukluktan kadınlığa geçişini ve olgunlaşmasını içerir. Sancılı ve hüzünlü geçen bu dönüşüm Mahi için kilit nokta olmuştur. Çünkü çok severek ardından gittiği adam gün gelip onu bırakmak zorunda kalır.
Bu gidişi kabullenmeyen Mahi, onu bulmak için Heira’nın ardından gider, Mahi’nin bu çıpınışı izleyiciyi derinden etkiler. Bu sancılı yolculukta, Mahi’nin aşkı ve fedakarlığı karşılıksız kalır. Bu hissiyat, şair Furuğ Ferruhzad’ın şu dizeleriyle özetlenebilir:
“Ve aşk, incitici bir sözdü; bir sır dolusu karanlık, bir şarkı dolusu hüzün.”
Filmin final sahnesinde yönetmen izleyiciyi derin bir düşünceye sevk eder: Mahi’nin aşkı uğruna verdiği mücadele ve fedakârlık, onun kendi iradesiyle yaptığı cesur bir tercih miydi, yoksa ailesi ve toplumun dayattığı normlara karşı yaşadığı bir yenilgi mi? Bu sorunun yanıtı net bir şekilde verilmez; izleyici, Mahi’nin hikâyesindeki ikilemi ve içsel çatışmayı kendi duygularıyla yorumlamak zorunda kalır. Yönetmen, bu son ile izleyicinin kalbinde derin bir etki bırakır ve filmi unutulmaz hale getirir.
Dilan Çetinkaya