1. Anasayfa
  2. Kültür

BİR HALKIN MELODİSİ: ÇİNGENELER ZAMANI

Perhan’ın gözlerinde kayıp bir çocuğun, bir halkın susturulmuş melodisi gizli. Çingeneler Zamanı, sadece bir film değil; yoksulluğun, aşkın, dışlanmışlığın iç içe geçtiği bir ağıttır.

BİR HALKIN MELODİSİ: ÇİNGENELER ZAMANI

Bir halkın melodisi, yalnızca şarkılarda değil, yaşadığı acılarda, dans ettiği özgürlüklerde ve her bir bakışta gizlidir. Çingeneler Zamanı (Ederlezi), göçebe bir halkın yüreklerde bıraktığı derin izleri, zamansız bir hikâyeyle anlatan bir başyapıt. Emir Kusturica’nın bu filmi, yalnızca bir kültürü değil, tüm insanlık tarihinin derinliklerine inen bir yaşam biçimini gözler önüne seriyor. Perhan’ın saf ve derin ruhu, her bir izleyiciye bir halkın varlık mücadelesinin bir yansıması gibi dokunuyor.

Bazı filmler vardır ki yalnızca izlenmez; kalbe yerleşir, içini kemiren o tanımsız sızıya bir ses, bir suret, bir anlam olur. Emir Kusturica’nın 1988 yapımı Çingeneler Zamanı (Time of the Gypsies / Ederlezi), tam da böyle bir film. Ruhu göçebe bir halkın, zamanın dışında akan hikâyesi… Ve bu hikâyenin tam ortasında, bir çocuk: Perhan.

Film, Yugoslavya’nın kırsalında yaşayan bir Roman (Çingene) ailesinin içinden doğan Perhan’ın hikâyesidir. Ama bu, yalnızca bir çocuğun büyüme öyküsü değildir. Dışlanmış bir halkın varoluş mücadelesi, sevmenin imkânsızlığı ve iyilikle kötülük arasındaki görünmez ama yırtıcı sınırların hikâyesidir.

Perhan; çingene mahallesinde yaşayan saf, içine kapanık, biraz garip ama derinlikli bir gençtir. Annesi hasta, kız kardeşi Hanifa engelli, babası ise ortada yoktur. Evlerinde büyükanneleri Hatidza vardır; köylülerce saygı duyulan, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, güçlü bir kadındır. Aile fakirdir, ama Perhan’ın iç dünyasında hâlâ umut ışıldar.

Perhan’ın en dikkat çekici özelliği, doğaüstü bir güce sahip oluşudur: Telekinezi… Bu olağanüstülük, onun ruhsal derinliğinin sembolüdür. Ancak film boyunca bu güç, dünyayı değiştirecek bir silah değil, onun iç dünyasının yansıması olarak karşımıza çıkar. Ne zaman duygusal bir çöküş yaşasa, bu güç de kendini gösterir. Perhan’ın kalbinde ise Azra’ya duyduğu sevgi vardır. Temiz, yalın, çocukluktan kalma bir saflıktır bu. Fakat yoksulluk, gelenekler, sınıf farkı ve yazgı bu aşkın önüne geçer. Azra’nın ailesi, Perhan’ın yoksulluğundan dolayı evlenmelerine izin vermez.

Perhan’ın dünyası hep eksiktir. Herkes bir şeylerin yarısında kalmış gibidir: tamamlanmayan aşklar, eksik aileler, yarım kalmış çocukluklar… Çingenelerin yaşamı, hiçbir zaman düz bir çizgi üzerinde ilerlemez. Her sabah başka bir acıyla başlar, her gece başka bir hayal kırıklığıyla sona erer.

Bu noktada Emir Kusturica, çingeneleri romantikleştirmez. Onların eğlencesini, dansını, kahkahasını gösterirken; derin kırgınlıklarını, görünmeyen yaralarını da açığa çıkarır. Renkli çadırlar vardır ama içleri boştur. Kahkahaların ardında bastırılmış bir ağlama gizlidir.

Filmin duygusal yoğunluğu öylesine derindir ki, bir sahnede kalbinizi darmadağın eden bir an yaşarken, bir sonraki sahnede ansızın bir akordeon sesiyle karşılaşırsınız. Sanki az önceki yıkım hiç olmamış gibi… Bu geçiş başta garip gelebilir; ama sonra fark edersiniz: Hayatın kendisi de böyle değil mi zaten? Acının üstüne kahkaha, kahkahanın altına gizlenmiş üzün…

Perhan’ın hayatı avuçlarının arasından kayıp giderken, yüzünde hem umut hem yenilgi okunur. Tam o anda kamera döner, başka bir çingene düğününe, bir şarkıya girer. Bu karşıtlık zorlama değil, yaşamın kendisidir. Çünkü çingeneler hayatı anlık yaşar; ağıtlarını bile dans ederek söylerler.

“Kanatlarımı kırpıyorsunuz! Kanatsız bir ruh neye yarar ki? Benim ruhum özgür. Bir kuş gibi özgür. Çingeneler özgür oldukları için gezerler, çaresizliklerinden değil.”

Bu sözlerle sadece bir karakterin isyanı değil, bir halkın kaderle inatlaşması anlatılır. Replik, Perhan’ın suskun bakışlarında yankılanır, Azra’nın gözyaşlarında boğulur, bir düğünün ortasında çalınan akordeonun tuşlarında gizlenir.

Kusturica, izleyiciye yalnızca bir film sunmaz. Aynı zamanda Balkan halklarının şiirlerini, ağıtlarını, neşeleriyle hüzünlerini aynı potada eriten bir yaşam biçimini gösterir. Film, Goran Bregović’in unutulmaz müzikleriyle birleştiğinde ortaya hem ruhu eğlendiren hem kalbi sızlatan bir anlatı çıkar. Çingeneler Zamanı’nın müzikleri, yalnızca bir arka plan değildir; bir anlatıcı, bir hafıza, bir duygu taşıyıcısıdır. Özellikle “Ederlezi” şarkısı, Balkanlar’ın ortak hafızasında çok güçlü bir yere sahiptir.

Filmde kullanılan Roman dili, oyuncuların doğallığı, gerçek çingenelerle çalışılması ve folklorik öğelerle örülü anlatı; sanki bir zaman kapsülüne dönüşür. İzleyici, yalnızca bir karakterin başına gelenleri izlemez; insan olmanın o kırılgan, korunmasız, çıplak haliyle de yüzleşir.

Her sahne, hayatta kalmanın yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir mücadele olduğunu gösterir. Çingenelerin dünyası; dansla, müzikle ve özgürlükle dokunmuşken, aynı zamanda göçün, kaybın ve ayrılığın izlerini taşır.

Dilan Çetinkaya

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım
İlginizi Çekebilir

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni içeriklerimizden anında haberdar olun.