1. Anasayfa
  2. Etkinlik

ŞEHRİMİ TANIYORUM

Selçuklu Gençlik Meclisi olarak Şehrimi Tanıyorum Projesi kapsamında şehrimize yeni gelen üyelerimize şehri tanıtmak, yapılacak faaliyetleri, sosyal aktiviteleri bilmeleri ve doğal güzellikleri görmeleri amacıyla yola çıkıldı.

ŞEHRİMİ TANIYORUM

Selçuklu Gençlik Meclisi olarak Şehrimi Tanıyorum Projesi kapsamında şehrimize yeni gelen üyelerimize şehri tanıtmak, yapılacak faaliyetleri, sosyal aktiviteleri bilmeleri ve doğal güzellikleri görmeleri amacıyla yola çıkıldı.

Tur Rehberimiz Merve Cengiz ile birlikte ilk durak olarak Mevlana Müzesi’ni, ikinci durak olarak Karatay Çini Eserleri Müzesi’ni, üçüncü durak olarak Alaeddin Keykubat Cami, dördüncü durak olarak Sille Antik Rum Köyü ve Aya Elenia Müzesi’ni, son durak olarak Tropikal Kelebek Bahçesi ziyaret edildi.

Yapılan bu etkinlikle komisyonlar arası iletişimi sağlamlaştırdık, güzel dostluklar kazandık. Gezi sonunda Selçuklu Gençlik Meclisine yeni başlayan arkadaşlarımızdan ve komisyon üyelerimizden genelde olumlu geri dönüşler aldık. Arkadaşlarımız güzel vakit geçirdikleri için geziden memnun kaldıklarını belirttiler.

MEVLANA MÜZESİ

İlk durağımız Türkiye’de en çok ziyaret edilen ilk üç müze arasında yer alan Mevlana müzesi olmuştur. Rehberimiz Merve Hanım tur boyunca Gül Bahçesinden başlayarak Mevlana Müzesinin heryerinin tarihini ve orada bulunan nesnelerin ne anlama geldiğini anlattı. Türbe girişinde, türbenin iç kısmına, tilavet odasına açılan ve mermer söveli, çift kanatlı ahşap kapıdan girilmektedir. Bitki motifleri ve geometrik şekillerle oluşturulmuş olan bu kapı, kündekari sanatıyla yapılmıştır. Kapıda Sultan Veled’e ait “Ey talib, öğüdümü canla başla kabul et. Doğruların eşiğine baş koy” anlamında bir beyit ve kapı üzerinde de 20. yüzyılın başında Yusuf Akyurt tarafından yazılan “Asar-ı  Atika Müzesi” isimli yazı bulunur. Bunların üzerinde ise “Ya Hazret-i Mevlana” levhası ile Molla Cami’nin “Bu makam aşıkların kabesidir. Buraya noksan gelen tamam olur.” anlamında bir beyti yer alır.

Girişten sonra Tilavet Odası yer almaktadır. Geçmiş dönemlerde belli vakitlerde Kuran-ı Kerim ve Mesnevi okunan bölümdür. Bu yüzden bu ismi almıştır. Günümüzde bu odada, hat sanatının değerli hat eserleri ve müzelik eşyalar sergilenmektedir. Daha sonra Gümüş Kapı ile Tilavet Odasından türbeye geçilmektedir. Türbenin içerisini gezdiğimizde ise Kibabül- Aktab 63 sandukayı içine alan, Hz. Mevlana ve yakınları ile ünlü Mevlevi’lerin sandukalarının bulunduğu, üstü kubbe ile örtülü yerdir. Bir diğer bölüm ise Huzur-ı Pir’dir. Bu mekanda başta külliyenin ilk yapısı olan Kubbe-i Hadra, Mevlana’nın aile efradının ve mevlevi büyüklerinin mezarlarının bulunduğu Kibabül Aktab ve Post Kubbesi’nin de  içinde bulunduğu Dahil-i Uşşak bölümü ile ikili ve dörtlü Horasan Erleri’nin mezarları yer almaktadır ve  adet de mihrap bulunmaktadır.

Türbenin dışarısına baktığımızda ise birçok yapıyı görmekteyiz. Bunlardan ilki türbenin  hemen önünde batı yönünde bulunan avlunun orta kısmında yer alan Şadırvan’dır. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmıştır. Bu şadırvanın suyu Dutlu Kırı (Dutlukır) mevkiinden getirilmiştir. 16 dilimli ve 16 musluklu şadırvanın ortasında 20 dilimli havuz yer almaktadır. Güney tarafında ise şadırvanın onarımı ve yapımına dair kitabeler bulunmaktadır. Dışarıda bulunan bir diğer yapı ise Şeb-i Arus Havuzu’dur. Matbah-ı Şerif ile derviş hücrelerinin önünde yer alır. Altı köşeli mermerden oluşan havuzun suyu, yine mermerden yapılmış bir ejderin ağzından akmaktadır. Hz. Mevlana’nın vefatından sonra her yıl “Şeb-i Arus” gününde bu havuzun başında sema ve değişik merasimler yapıldığı için havuz, bugünkü ismi ile anılmıştır.Son olarak dışarıda bulunan bir diğer yapı ise Selsebil’dir. Türbenin batı yönünde ve buradaki hücrelerin hemen önünde yer alır. Mermerden yapılmış olan bu selsebilin etrafı bir duvar ile çevrilmiş ve tepesine de Roma devrine ait bir lahit kapağı yerleştirilmiştir. Gök mermerden bir ayna ve ayna üzerinde sekiz küçük ve bir büyük çanağın 1-2-3-2-1 şeklinde sıralanması ile elde edilen selsebil, İslam tasavvufundaki Vehdet-i Vücut kavramını açıklamaktadır. En üsteki çanaktan çıkan suyun aşağıya doğru inildikçe çanaklara ayrılması ve sonra yine tek çanakta toplanmasıyla insanın doğması, çoğalması ve sonunda tekrar aslında dönmesi vurgulanmıştır.

FATMA TECİRLİ

KARATAY ÇİNİ ESERLER MÜZESİ

Eskiden bir medrese olarak bilinen müzede lise ve üniversite düzeyinde eğitim verilmekteydi ama bu medresenin en önemli özelliklerinden birisi ise astronomi ve uzay bilimlerinin okutulmasıydı. Medresenin yani günümüz Karatay çini müzesinin yaptıran kişi, Sultan Alaattin Keykubat döneminde yaşamış vezirlerden biri olan Emir Celalettin Karatay’dır. Müzeye girdiğimizde bizi önce Sultan Alaattin Keykubat’ın mezarı karşılamaktadır. İlerledikçe karşımıza içi boş ama bir o kadar büyük bir havuz bizi karşılamaktadır havuzu suyla doldurmak için bir su yolu tasarlamışlardır. Su yolunun en dikkat çekici özelliği ise arkeolojiler tarafından bulunan ardıç ağacına yer vermesidir ve bu ağaç suya güzel koku vermesiyle bilinmektedir. Geçmiş dönemlerde, belli vakitlerde su yolundan gelen suyun havuzu doldurmasıyla ve havuzdaki suyun gökyüzünü yansıtan bir ayna görevi görmesi sayesinde astrolojik çalışmaların yapıldığı kendini belli ediyor. Ayrıca havuzun yanında yer alan giderlerin süslemeleri medresenin sadece eğitim için olmadığı insanda estetik bir zevk uyandırdığını öne sürmekte, havuz yanındaki duvarların köşelerinde bitkisel motifli süslemeler yer almaktadır, süslemenin hemen altında guti denilen bir yazıyla 4 halifenin isimleri duvarlara işlenmiştir. Müzenin derinlerine yapılan yolculukta ise çini odasını keşfediyorsunuz, içerisinde 13yy Selçuklu döneminden kalma insan yüzlerinin yer aldığı çinileri görebilirsiniz. Çinilerin Orta Asya Türk’lerinin gösterildiği kabul edilir. Etrafı gezdikçe insanın dikkatini çeken hayvan motifli çinilerin içerisine gizlen ildiği düşünülen 12 hayvanlı Türk takvimi şaşırtıyor. Ayrıca çinilerin bazılarında yer alan 2 başlı kartal Selçuklulardan kalma bir sembolken bir kafasının devleti diğer bir kafasının ise orduyu temsil etmesi ve bu hayvanın kendisinin ise gücü temsil edişi dinleyenleri şaşırtıyor.

EMİRCAN TURANOĞLU

ALAADDİN KEYKUBAT CAMİ

Aslında cami kelimesi Allah’ın 99 isminden biridir anlamı ise istediğini, dilediğini, dilediği zamanda, dilediği yerde toplayan anlamına gelmektedir. Ulu cami olan Alaattin Keykubat camisinin yapımı 13 yy. Sultan Rükneddin Mesud döneminde yaptırılmaya başlanıp sultan Alaaddin Keykubat döneminde 1221 yılında cami tamamlanmıştır ve bu dönemde tamamlandığı için camiye dönemin sultanının ismi verilmiştir. Caminin içerisine girildiğinde ilk olarak dikkatleri kümbetler yani mezarlar dikkat çekiyor kümbetlerin içerisinde 8 adet Anadolu Selçuklu hükümdarının mezar yerleri yer almaktadır. Kümbetler 2 katlı olup en alt katı mezar yeri olup en üst katında da sandukalar yer alır. Caminin mimari yapısı incelendiğinde 4 bölümden oluştuğunu görüyoruz 1’inci bölüm sütunlu kısım, caminin içerisinde tam olarak 41 adet farklı şekilde sütun olduğu göze çarpıyor. 2’nci kısım mihrap kısmıdır, mihrap kısmının çevresindeki duvarları simetrik süslemelerden oluştuğunu ve hemen süslemenin altında Ayetel Kürsi’nin yazıldığı görünüyor. Hemen arkasından minber geliyor minber de hutbe okumak için kullanılıyor hutbede sadece Cuma ve bayram namazında okunur. Minberin özelliği ise Türkiye de yetişmeyen abanoz ağacı ile yapılmıştır ve hiçbir çivili malzeme kullanılmamıştır giriş kısmı ise bilerek alçak tasarlanmıştır bunun sebebi ise minbere çıkan hocanın Allah’ın huzuruna çıktığı ve eğilerek girmesi gerektiği düşünüldüğü içindir. Minberin kenarında buluna simgede aslında gizli bir güneş ve gezegen sistemi olduğu düşünülmektedir. 3’üncü kısım ise hünkâr mahfilidir burası sultanın namaz kılmak için kullandığı yerdir amaç sultan namaz kılarken güvenliğini sağlamaktır ve bu mahfil sonradan yapılmıştır. 4 kısım caminin avlu kısmıdır avluda 1 adet su kuyusu ve 2 adette kümbet yer almaktadır.

EMİRCAN TURANOĞLU

 

SİLLE ANTİK RUM KÖYÜ ve AYA ELENIA KİLİSE MÜZESİ

Dördüncü durağımız Sille Antik Rum Köyü ve Aya Elenia Müzesi’dir. Sille, Konya merkezine yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. 6000 yıllık geçmişe sahip olan Sille eski bir Rum köyüdür. Tarihi milattan önceki dönemlere uzanan Sille, Frig’lerden bugüne pek çok kültürün izlerini taşımaktadır. Mübadele öncesinde binlerce Müslüman ve Hristiyan’ın bir arada yaşadığı Sille, Anadolu’da barışın ve hoşgörünün simgesi niteliğinde bir köydür. Efes’ten doğuya giden “Kral Yolu” üzerinde bir durak noktası olan Sille, Kudüs’e giden yol üzerinde bulunması nedeniyle önemini korumuş, hacıların uğrak noktası olmuştur. Roma dönemine ait mimari özellikler ve taş eserler bölgede sıklıkla görülmektedir. Sille’de bulunan önemli bir yapı Aya Elenia Müzesi’dir. 327 yılında İmparator Konstantin’in annesi Helena tarafından Kudüs yolculuğu sırasında inşa ettirilmiştir. Kilise tamamen sille taşından yapılmıştır. Kilisede ll. Mahmut ile Abdülmecit dönemlerinde onarımlar gerçekleştirildiği söylenilmektedir. Dört serbest destekli, kapalı yunan hacı planlı olan eserin batısında narteks adı verilen bir giriş bölümü ve galerilere geçiş sağlayan merdivenler bulunmaktadır. Kilisenin girişinde haç işareti ve kuru kafa resmi bulunmaktadır. İncil’deki Hz. İsa Peygamber efendimizin asılmış olduğu Golgota tepesini temsil etmektedir. Kilisenin içerisinde birçok ikonalar bulunmaktadır. Ortada tepede bir ikona vardır. Burada en ortadaki ikonada hale ve haç işareti vardır. Bunlar da Hz. İsa Peygamberi simgelemektedir. Etrafındakiler ise azizlerdir. Madda, Markos Luka, Yuhanna İncil’lerini temsil etmektedirler. Kemer kısmında ise yasak elmayı yiyerek cennetten kovulma, altı kanatlı bir melek, Aziz Paul bulunmaktadır. Biraz ilerledikçe ibadet yönüne gidilmektedir ve oraya apsis ismi verilmektedir. Orada da yine ikonalar bulunmaktadır. Bunlar: Hz. İsa Peygamber, dört büyük melekten biri olan Cebrail, törenlerde kullanılan altar masası, Hz. Meryem ve bebek İsa, bir diğer büyük melek Mikail ve Hz. Musa ikonalarıdır. Bu kilise l. Dünya Savaşı sırasında yaralıların tedavi edilmiş olduğu  bir hastane olarak kullanılmıştır. Bunun nedeni ise savaşlarda ibadethanelere zarar verilmemesidir.

FATMA TECİRLİ

TROPİKAL KELEBEK BAHÇESİ

Son durağımız Tropikal Kelebek Bahçesi’dir. Önceden belirtmeliyim ki içeriye kalın kıyafetler ile girmeyin. Çünkü içerisi oldukça nemli ve sıcaktır. Girişte karşımıza fotoğraf çeken kişiler çıkmaktadır. Yeşil perde önünde fotoğrafınızı çekiyorlar ve ücret karşılığında çıkarken fotoğrafınızı alabiliyorsunuz. İçeriye doğru ilerledikçe, yemyeşil bir ortam ile karşılaşmaktayız. Her yerde çeşit çeşit kelebekler bulunmaktadır. Bazen başınıza, bazen de elinize falan konabilirler. Bundan korkmayınız. Ara ara cam dolaplar içerisinde korunan pupalar bulunmaktadır. Biraz ilerledikçe şelale karşınıza çıkacak ve bu suyun etrafında uçuşan kelebekler düşünün. Harika bir manzara. Biraz daha ilerledikçe müze bölümünü görüyoruz. Bu müzede kelebeklerin yaşam döngüleri sergilenmektedir. Ayrıca içeride sinema da bulunmaktadır ve sinemada kelebeklerin hayatı izlenilmektedir. Tropikal Kelebek Bahçesi Türkiye’nin tek ve Avrupa’nın en büyük kelebek parkıdır. 98 farklı türden, 20.000’den fazla tropikal bitki bulunmaktadır. Yaklaşık 20 farklı kelebek türü ve yaklaşık 5000 kelebek bulunmaktadır.

FATMA TECİRLİ

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni içeriklerimizden anında haberdar olun.